2 Kasım 2022 Çarşamba

HALKIN KARAR SÜREÇLERİNE KATILIMI

 

Genel kullanımı ile katılım, halkın siyasi, ekonomik, yönetimsel veya diğer toplumsal kararlarla ilgili fikirlerini ifade etme ve bu kararlara etki etmesini ifade eder.

 Katılımcı karar alma, ekonomik (katılımcı ekonomi), siyasi (katılımcı demokrasi), yönetimsel (katılımcı şletme), kültürel (çok kültürlü yaşam) ya da ailesel alanda gerçekleşebilir.

 Günümüz toplumunda daha belirgin anlamı ile ise, hâlihazırda siyasi ve ekonomik süreçlerden dışlanan vatandaşların geleceğe etki eden kararların alınma süreçlerine dâhil edilmesinin sağlanması, yani bir nevi iktidarın yeniden dağıtılmasıdır.

 Bilginin paylaşılmasının, strateji, amaç ve politikaların saptanmasının, vergi kaynaklarının tahsisinin, proje ve programların yürütülmesinin ve toplumun yarattığı faydaların ve avantajların paylaştırılmasının belirlenmesinde, halkın kararlara katılmasını ve daha da önemlisi, bu kararlara etki etmesini sağlamak eşitlik ve adalet açısındanldukça önemlidir.

  Bilginin toplum tarafından anlaşılacak bir şekilde, kapsayıcılık ve şeffaflık ilkeleri ışığında doğru bir şekilde yönetimi katılım sürecinin doğru işlemesi için önemli gerekliliklerdendir.

 Karar alma mekanizmalarına halkın sadece katılımını sağlamak, yani karar alınırken paydaşların orada olmasını temin etmek toplumsal ve çevresel adalet açısından yeterli değildir.

 Önemli olan paydaşların görüşlerinin son karar ortaya çıkarken dikkate alınıp alınmadığıdır.

 Yani paydaşların en son ortaya çıkan kararı etkileme güçlerinin olmadığı bir mekanizma gerçek bir katılım sağlamayacaktır.

Örneğin Sherry Arnstein tarafından 1969 yılında ortaya konan ve “katılım etkisi spektrumu”, halkın katılımını öngören (ve örneğin Türkiye’deki Çevre Etki Değerlendirme süreçlerinde de kullanılan) “bilgilendirme” ya da “danışma” gibi bazı mekanizmaların aslında gerçek katılımı sağlamadığını iddia eder.

Bu nedenle karar alma süreci tasarlanırken katılım etkisi düzeyi ile konuşlandırılan katılımcı yöntemler arasındaki ilişkiye dikkat edilmelidir.

Doğru ve gerçek katılımı sağlayan belli araç ve teknikler, belirli bağlamlara, amaca ve istenen katılım katmanına özellikle iyi uysalar da, net ve genel geçer çözümler yoktur.

Bu nedenle her vaka özelinde doğru katılım mekanizması farklılık gösterebilir.

 Son olarak, özellikle bilimsel girdilerin ve değişik bilgi kaynaklarının kullanımının katılımcı bir süreçte yönetimi önemli tartışmaların olduğu bir diğer konudur.

Bilimsel bilgi doğru kullanılmazsa, “uzmanlaşmayı” gerektirdiği ölçüde şeffaflığın kaybolmasını ve halkın gerçek anlamda sürece etki etmelerini zorlaştıran bir etmene dönüşebilir ve bir noktada kararın sadece “uzman görüşü” ile alınmasına neden olabilir.

 Bu nedenle “bilginin demokratikleştirilmesi” (yani bilginin herkese açık ve herkesçe kolay anlaşılabilir şekilde sunulması) doğru katılım sağlanması ve çevre adaleti için elzemdir.

 Sydney Üniversitesi’nden çevre politikası ve çevre adaleti alanının önde gelen isimlerinden biri olan David Schlosberg de, çevre adaletinin doğru ve tam bir şekilde hayata geçmesi için hakkaniyetli paylaşım ve hakların karşılıklı olarak tanınması boyutlarının yanında, katılım ve usul hukuku boyutunun da çok önemli olduğunu belirtir.

 Özellikle yerel seviyede ortaya çıkan çevre adaleti protestolarının büyük bir bölümünün, hayata geçirilmek istenen bir projenin sadece uzman görüşlerine başvurularak (yani tekil bir perspektiften bakılarak) gerçekleştirilmeye çalışılması sonucu ortaya çıktığı düşünülürse, katılım boyutunun doğru bir şekilde ele alınması toplumsal sürdürülebilirlik açısından ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  ŞEFFAFLIK VE HESAP VEREBİLİRLİK   Şeffaflık ve hesap verebilirlik birbirine ihtiyaç duyan ve birbirini güçlendiren, dolayısıyla berabe...