HALKIN KARAR SÜREÇLERİNE KATILIMI
Genel kullanımı ile katılım, halkın siyasi, ekonomik,
yönetimsel veya diğer toplumsal kararlarla ilgili fikirlerini ifade etme
ve bu kararlara etki etmesini ifade eder.
Katılımcı karar alma, ekonomik (katılımcı
ekonomi), siyasi (katılımcı demokrasi), yönetimsel (katılımcı
şletme), kültürel (çok kültürlü yaşam) ya da ailesel alanda
gerçekleşebilir.
Günümüz toplumunda daha belirgin anlamı ile ise,
hâlihazırda siyasi ve ekonomik süreçlerden dışlanan vatandaşların geleceğe
etki eden kararların alınma süreçlerine dâhil edilmesinin sağlanması, yani
bir nevi iktidarın yeniden dağıtılmasıdır.
Bilginin paylaşılmasının, strateji, amaç ve
politikaların saptanmasının, vergi kaynaklarının tahsisinin, proje ve
programların yürütülmesinin ve toplumun yarattığı faydaların ve avantajların
paylaştırılmasının belirlenmesinde, halkın kararlara katılmasını ve daha da
önemlisi, bu kararlara etki etmesini sağlamak eşitlik ve adalet açısındanldukça
önemlidir.
Bilginin toplum tarafından anlaşılacak bir
şekilde, kapsayıcılık ve şeffaflık ilkeleri ışığında doğru bir şekilde yönetimi
katılım sürecinin doğru işlemesi için önemli gerekliliklerdendir.
Karar alma mekanizmalarına halkın sadece
katılımını sağlamak, yani karar alınırken paydaşların orada olmasını temin
etmek toplumsal ve çevresel adalet açısından yeterli değildir.
Önemli olan paydaşların görüşlerinin son karar
ortaya çıkarken dikkate alınıp alınmadığıdır.
Yani paydaşların en son ortaya çıkan kararı
etkileme güçlerinin olmadığı bir mekanizma gerçek bir katılım
sağlamayacaktır.
Örneğin Sherry Arnstein tarafından 1969 yılında ortaya
konan ve “katılım etkisi spektrumu”, halkın katılımını öngören (ve örneğin
Türkiye’deki Çevre Etki Değerlendirme süreçlerinde de kullanılan)
“bilgilendirme” ya da “danışma” gibi bazı mekanizmaların aslında gerçek
katılımı sağlamadığını iddia eder.
Bu nedenle karar alma süreci tasarlanırken katılım
etkisi düzeyi ile konuşlandırılan katılımcı yöntemler arasındaki ilişkiye
dikkat edilmelidir.
Doğru ve gerçek katılımı sağlayan belli araç ve
teknikler, belirli bağlamlara, amaca ve istenen katılım katmanına özellikle iyi
uysalar da, net ve genel geçer çözümler yoktur.
Bu nedenle her vaka özelinde doğru katılım mekanizması
farklılık gösterebilir.
Son olarak, özellikle bilimsel girdilerin ve
değişik bilgi kaynaklarının kullanımının katılımcı bir süreçte yönetimi önemli
tartışmaların olduğu bir diğer konudur.
Bilimsel bilgi doğru kullanılmazsa, “uzmanlaşmayı”
gerektirdiği ölçüde şeffaflığın kaybolmasını ve halkın gerçek anlamda sürece
etki etmelerini zorlaştıran bir etmene dönüşebilir ve bir noktada kararın sadece
“uzman görüşü” ile alınmasına neden olabilir.
Bu nedenle “bilginin demokratikleştirilmesi”
(yani bilginin herkese açık ve herkesçe kolay anlaşılabilir şekilde
sunulması) doğru katılım sağlanması ve çevre adaleti için elzemdir.
Sydney Üniversitesi’nden çevre politikası ve
çevre adaleti alanının önde gelen isimlerinden biri olan David Schlosberg
de, çevre adaletinin doğru ve tam bir şekilde hayata geçmesi için hakkaniyetli
paylaşım ve hakların karşılıklı olarak tanınması boyutlarının
yanında, katılım ve usul hukuku boyutunun da çok önemli olduğunu belirtir.
Özellikle yerel seviyede ortaya çıkan çevre adaleti protestolarının büyük bir bölümünün, hayata geçirilmek istenen bir projenin sadece uzman görüşlerine başvurularak (yani tekil bir perspektiften bakılarak) gerçekleştirilmeye çalışılması sonucu ortaya çıktığı düşünülürse, katılım boyutunun doğru bir şekilde ele alınması toplumsal sürdürülebilirlik açısından ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder